Hayatın Dili


Bütün hayatımı büyük bir hevesle insanları tanımaya, neden acı çektiklerini öğrenmeye ve onlar gibi hissedebilmeye adamıştım. İnsanların eşsiz karakterlerini, düşüncelerini ve hareketlerini anlayabilmek için ünlü yazarların kitaplarını okudum, fakat yine de öyle bir yer vardı ki tam anlamıyla kavrayamadığım ve başkasından öğrenemeyeceğim bir tek yer; insan kalbi. Hayatlarında çok büyük sıkıntılar atlatmış, acı çeken ve sıkıntıların ortasından geçen insanlarla bir türlü kendimi bağdaştıramıyordum.

Onları dinlediğim zaman biliyordum ki onları gerçek anlamda anlayamıyordum ve onlara ulaşmamla aramda bir sınır vardı. Kesin olarak onları dinleyebiliyor, hayat onlara kötü bir el sunduğunda sabırlı olmalarını tavsiye edebiliyor ve sağlıkları kötüye gitse bile yaşamaya devam etmelerini söyleyebiliyordum, ancak bir yere kadar gidebiliyor ve orada durmak zorunda kalıyordum. Sanki iki farklı lisanı konuşuyorduk ve ben onlarınkini anlamakta zorlanıyordum.

Kısa bir süre önce dizimle ilgili bir kaza geçirdiğimde hayatım şiddetli bir şekilde değişti ve arkasından her türlü duygu, sorgulama ve üzüntü onunla beraber geldi. Bir gün önce genç, enerjik ve yaşam doluydum, bir gün sonra ise koltuk değneklerine mahkûm odama hapsolmuştum.

Kendimi dünyaya kapattım, çünkü beni anlamıyordu. Geceleri uykusuz hep şu meşhur soruyu soruyordum kendime: “Neden ben” Hayatla yaptığım bunca mücadelenin sonunda neden hayat içimdeki sevincimi benden almak istiyor ve “bunca insanın içinde neden bütün bunlar benim başıma geliyor” Gelecek kaygısıyla dört bir yanım sarılmıştı; dizim tekrar iyileşecek miydi, tekrar eskisi gibi yürüyebilecek miydim, tekrar dans edebilecek miydim ya da tekrar koşabilecek ve o çok sevdiğim ve her zaman yapma hakkına sahip olduğuma inandığım sporumu yapabilecek miydim? İçinde bulunduğum umutsuz ve üzücü durumun içerisinde nasıl mutlu olabileceğimi göremiyordum.

Geceler çok karanlık, gündüzler ise küçücük ışık süzmesiyle birlikte gri, sisli bir hal aldı. Karamsarlık kafamın içini kaplıyordu. Sağlık sorunlarımla ve sürekli devam eden ağrılarımla boğuşuyordum ve dahası neden bütün bunları yaşamak zorunda olduğumu bilmiyordum. Kendimle ve etrafımda bana sabırlı olmamı ve zorluklarla mücadele etmem gerektiğini söyleyen insanlarla kavga halindeydim. Fiziksel ve ruhsal olarak çektiğim acılar beni içten içe öldürüyormuş gibi görünüyordu; neşemi ve bütün bunların bir gün sona ereceğine ve güneşin doğmasına az kaldığına dair olan inancımı da.

İlk büyük sarsıcı operasyonumu geçirmiştim ve eğer bu operasyon yeterli olmazsa bir yıl sonra yeniden ameliyat olmak zorundaydım. Bütün bu çaresizliğimin içerisinde bir arkadaşımın bana verdiği tavsiyeyi denemeye karar verdim: dışarıya odaklanmak! İnsanlarla daha fazla konuşmaya başladım, başkalarının hayatları ile ilgili sorular sormaya, onların hikâyelerini dinlemeye başladım ve bir şeyi fark ettim; gözlerimi kendi üzerimden, kendi korkunç hayatımın sıkıntılarından kaldırdığımda çektiğim sıkıntıların ortasında yalnız olmadığımı fark ettim.

Her gittiğim yerde benimle benzer sağlık sorunları yaşamış insanlarla karşılaşmaya başladım. Benimkiyle birebir aynı diz problemi yaşamış insanlarla tanıştım veya yıllardır tanıdığım insanların kendi içlerinde yaşadıkları sıkıntılarını öğrenmeye başladım. Hayattaki bu manalı esintinin yalnız bana özel olmadığını görünce tek başıma olmadığımı fark ettim.

Diğer insanları dinlemeye başladım ve en garip olan şey ise, onların hissettiklerinin aynısını hissedebiliyor olmamdı. Yaşadıkları acıları bana anlatıyorlardı ve ben onları anlayabiliyordum. Otobüs durağında oturup yanımdaki insana baktığımda derinlerde bir yerlerde acı çektiklerini görebiliyordum… Çünkü acının ne olduğunu ve nasıl göründüğünü gerçekten iyi biliyordum. Ateşin ve kargaşanın olduğu günlerimde, yalnızlıkla ve umutsuzlukla geçen gecelerimde yepyeni bir dil öğrenmiştim; ıstırabın dilini. Daha önce hiç anlayamadığım bir şekilde insanları anlamaya başlamıştım ve bana yepyeni bir dünyanın kapıları açılmış gibiydi.
       
Hala tam olarak iyileşemedim ve hala aynı acıyı çekiyorum ve kim bilir belki de hayatımın sonuna kadar bu acıyı çekmeye devam edeceğim. Ama artık çektiğim acıyı tamamen farklı bir gözle görmeyi öğrendim ve artık kendi öz dünyamda yaşamayı ve bana verilenlerle boğuşmayı bıraktığımda asıl verilen paha biçilemez hediyeyi görebilmeye başladım.

Hayat kolay değil ve her zaman adil olmayabiliyor. Kendi testlerimizden, sıkıntılarımızdan geçiyoruz – hayat böyle, fakat bütün bunların ödülü dışarıya bakmakla ve size verilenin bir ceza değil, bir ödül, yepyeni bir bilgelik ve yepyeni bir dil olduğunu kabul etmekle geliyor. Hayat çok güzel ve siz çok şanslısınız; neşeli ve mutlu olabilirsiniz, çünkü hayat devam ediyor. Size verilenle boğuşmak yerine onu kabul eder, ondan bir şeyler öğrenirseniz sonunda daha güzel ve yumuşak huylu bir insan olursunuz. Bir söz vardır; derler ki bir insanı inşa eden sağlıklı ve rahat zamanları değil, onu güçlendiren çektiği sıkıntılardır. Her kayıp arkasından büyük bir kazancı beraberinde getirir.

Çektiğiniz acıların sizi dışarı yöneltmesine ve başkalarına yardım etmenizi sağlamasına izin verin. Etrafınıza bir kere bakmayı denediğinizde komşularınızın, meslektaşlarınızın veya arkadaşlarınızın hepsinin hayatlarında kimsenin bilmediği kendi üzüntülerinin olduğunu fark edeceksiniz ve artık yeni yeteneğinizi ve yeni lisanınızı kullanıp onların ihtiyaç duyduğu anlayışlı ve destekleyici insan olabileceksiniz.

Hayatın getirdiklerinin sizi daha yumuşak kalpli, daha kibar yapmasına izin verin ve içinizde daha güzel bir insan olmanızı sağlamaları için onları kullanmayı öğrenin; ben denedim ve işe yaradığını gördüm.

Yazar - Angela Koltes

08-01-2017
Bu sayfa 3199 defa ziyaret edildi.
Tüm Hakları Saklıdır. hsbgi.com 2016.
hsbgi.com